top of page

Patriyarka ve İslam Toplumlarında Kadın-Erkek İlişkileri




Bu yazıda ilk olarak, ataerkil toplum yapılarının ve ataerkil ideolojilerin kadınların hayatları üzerindeki egemenliği ve baskısı tartışılacaktır. Dolayısıyla erkeklerin kadınlar üzerinde egemenlik kurduğu, kadınları sömürdüğü ve baskı altına aldığı toplumsal yapılar ve pratikler ele alınacaktır. Bunula bağlantılı olarak İslam toplumları özelinde kadın-erkek ilişkilerinin nasıl şekillendiği ve ataerkil normların nasıl işlediği tartışılacak olup, kadın cinselliğinin nasıl denetim altında tutulduğu, ataerkil normların kadınları nasıl sınırladığı ve kadının toplumsal ve siyasal alanda nasıl dışlandığı tartışılacaktır. Bu tartışmaya ilk olarak ataerki kavramıyla başlamak istiyorum. Ataerki, "erkeklerin kadınlar üzerinde egemenlik kurduğu, onları sömürdüğü, baskı altına aldığı toplumsal yapı ve pratikler bütününe karşılık gelmektedir (Güneş, 2017). Ataerkil ideoloji ise daha ilk şekillenme aşamasından itibaren erkeği rasyonellik (akıl/zihin), uygarlık ve kültür ile özdeşleştirirken buna karşıtlık kadını irrasyonellik (Saçı uzun aklı kısa!), doğa ve duygusallık ile özdeşleştirmektedir (İlkkaracan, 2015: 17).


Kadın ile erkek arasındaki geleneksel ataerkil ilişki, bir yöneten-yönetilen, hükmeden/emir veren -emre itaat eden ilişkisidir. Dolayısıyla Berktay’ında ifade ettiği gibi (2021: 16) “Günümüzde kadınların karşı çıktıkları ve mücadele etmek zorunda kaldıkları birçok sorun, kadın ve erkek kimlikleri ve rolleri konusunda toplum ve kültür tarafından belirlenmiş ön kabuller ve kalıp yargılarla, başka bir deyişle toplumsal cinsiyetle (gender) ilişkilidir”. Bu bağlamda ataerkil kodlarla şekillenmiş toplumlarda kabul edilen ve kadına atfedilen değerler düşünüldüğünde erkek şiddetinin en çok başvurulduğu gerekçenin "bana itaat ya da biat etmedi" şeklinde olması kaçınılmaz olmaktadır. Biat düşüncesi temelini dinsel öğretilerden aldığı içindir ki dinin; kadınları, aileyi ve toplumsal cinsiyet ilişkilerini kapsayan ideoloji ve pratikleri bütünleştirici (homojenleştirici) bir etki yaptığını söyleyebiliriz (Berktay, 2021: 17). Dolayısıyla bu yazıda kadın-erkek arasında kurulan bu ilişki ağlarının İslam toplumlarındaki ortaya çıkış ve nasıl sürdürüldüğüne veya nasıl algılandığı incelenecektir.

 

Mernissi'ye göre[1] (2015: 33), İslam toplumlarında cinselliğin daha pozitif bir şekilde, kadın arzusunun da etken olduğu bir güdü olarak ele alınmasında yaratılış hikayesinin[2] etkisi vardır. Ne var ki, ataerkil ilişkilerde kadın arzusunun etkinliği, kadının egemenlik altında tutulmasını meşrulaştıran bir dile kolaylıkla dönüştürülebilir. Nitekim İslam'da üreme odaklı, dişilik ve erillik özellikleri kesinleştirilmiş bir çift olma hali söz konusudur. Öte yandan, kadının yaratılışının erkeğin kaburgasından olması, simgesel yaratma eyleminin, yani “ad koymanın” ötesine geçerek ana-çocuk arasındaki biricik insan ilişkisini tersine çevirmekte ve erkek, kadının anası olarak belirmektedir.[3] Ayrıca Mernissi, İslam dininin kadını erkekten daha geri bir konumda tanımlamadığını, kadın ile erkek arasında ilişkinin Batılı kuramsal tartışmalardaki gibi akıl üzerinden değil, "hep ahlaksal ve töresel boyutlarda sürdürüldüğünü" de belirtilmektedir. Bu bağlamda da kadın cinselliği erkek cinselliğine göre eksik bulunmaktadır: Her durumda ailenin cinsel organizasyonunda dikkati çeken en önemli özellik, kadının tek başına kocasını tatmin edemeyen ve cinselliğine güvenilmeyen (fitne)[4] bir varlık olarak aşağılanmasıdır söz konusu olan. Cinsel kurumlar (çokeşlilik, boşanma, cinsel ayrım vb.) kadının gücünü baskı altına alma stratejileri olarak iş görmektedir. Pınar İlkkaracanın da ifade ettiği gibi (2015: 14) “21. Yüzyılda, kadınların bedenleri ve cinselliği, hala erkeklerin ve erkek egemenliğinin kontrolü altında. Kadın cinselliğinin ve doğurganlığının kontrolünü amaçlayan mekanizmalar, çoğu toplumda hala erkek egemen sistemin varlığını sürdürmesinin en güçlü aracıdır”. Dolaysıyla kadının cinselliğinden kaynaklı tehlikelerin açığa çıkması örtünmenin de gerekçeleri arasındadır, "örtü" cinsiyetler arası kesin ayrımları vurgulamaktadır.

Literatürdeki tartışmalarda da görüldüğü üzere, kadının cinsel arzusunun şeytanlıkla da bağlantılı kılındığı görülmektedir. Yoğun ve erotize edilmiş olarak tanımlanan cinsel ilişkinin doğru biçimde kurulması, bazı durumlarda kadın cinselliğinin daha doymak bilmez ve baştan çıkarıcı bulunarak kısmen kriminalize edilmesiyle sağlanıldığı düşünülmektedir. Buna Yusuf ve Züleyha kıssası örnek verilebilir. Güzel ve soylu bir kadın tarafından zinaya davet edilir Yusuf. Baştan çıkarıcı bir kadının -Züleyha- davetkar tutumları Süleyman tarafından reddedilmektedir.[5] Kadın bedenini cinsel, arzu nesnesi, denetim altına alınması gereken bir boyunduruk olarak tanımlandığını savunan Mernissi, İslam dininin cinsellik karşısında olumlu duruşu olmadığını, yapay bir tutum içinde olduğunu da söylemektedir.  İslamiyet'in olumlu gibi görünen ve insanı hazlarıyla da Tanrısal bir varlık olarak yücelttiği düşünülen cinselliğe olan tutumu yalnızca erkeği içine alan bir yönelim olma özelliğini taşımaktadır. Mernissi'ye göre (1995), cahiliye döneminden İslamiyet'e geçiş, kadın cinselliğinin düzenlenerek erkek cinselliğinin özgürlüğü lehine disiplin altına alınmasının temellerini oluşturmuştur.


İlhan Arsel’in (2019) de bahsettiği gibi İslam’ın Tanrısı kimilerini kimilerine üstün yaratmıştır ve bu üstünlük her koşulda kadın karşısında erkeğe aittir. Dolayısıyla kadının bu tutum içerisindeki yeri ise bedeniyle erkeğe hizmet etmek ve dolayısıyla erkeğe Tanrısal bir armağan olarak verilmiş olan bir gücün kullanımında araç olmakla sınırlandırılmıştır. Kadının biyolojik kabullerden ötürü aşağı, eksik ve sadece üreme kapasitesiyle bağlantılı olarak değerlendirilmesi, kadının zaten cezalandırılmış olduğu, cezalandırılmış bir fıtratla şeytana yakın bir varlık olduğu düşüncesinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu konuda İlmihaller, kadının eksik ve kusurlu fıtratından ötürü erkeğin kadının üzerine olmasını onaylayan, aile ilişkilerini buna göre düzenleyen kaynaklar olarak karşımıza çıkmaktadır. İlmihallerin tipik özelliği, erkeği kadına hâkim kılan rol ve sorumlulukların neredeyse aynı ayet, hadis ve sünnet örneklerine referansla ele alınmasıdır. En belirgin ayet ise Nisa 34’tür ve bu ayet üzerindeki yorumlamalardı. Dolayısıyla kadının 'buçuk', erkeğin ise 'bir' sayılıyor gibi takdim edildiği görülmektedir.


Toplumsal norm ve kurallara göre erkekler "doğal olarak" daha güçlü ve akılcıdırlar, dolayısıyla egemen olmak ve hükmetmek için yaratılmışlardır. Buradan, erkeklerin siyasal olanı, devleti temsil etmeye daha elverişli oldukları sonucuna da varılmaktadır. Yine norm ve kurallara göre kadınlar ise gene "doğal olarak" daha zayıf, akıl ve rasyonel yetenekler açısından daha aşağı, duygusal bakımdan dengesiz oldukları atfedilmiştir.[6] Bu bağlamda kadınlara gerek özel alanda gerekse kamusal alanda güvenilmez ve siyasal katılım açısından elverişsiz kılındığı görülmektedir (İslam'da bir erkeğe karşı ancak iki kadının şahitliğinin kabul edilmesinin ardındaki gerekçe budur). Dolayısıyla, siyasal/kamusal alanın dışında kalmaları gerekir. Toplumsal norm kabullerce görülen o ki kadınların meşru yeri özel alan ve ailedir. Toplumsal ve ailesel düzeni ve ahlakı korumakla görevlendirilen, bu ahlaki bekçiliği şeref/namus koduyla pekiştirilen erkek için, kadının yoldan çıkmasının, sınırların ihlal etmesinin bir tehdit olarak algılandığı da görülmektedir.


Kadınlar ile erkekler biyolojik olarak farklıdırlar fakat bu anlamıyla kadın-erkek bağlamında onları insan varlıkları ve hak öznesi olarak eşit olmamaları gerektiği anlamına gelmez. Farklı olduğunuz halde eşit olabilirsiniz ama bunun için öncelikle eşit yurttaş olduğunuzun, özerk insan varlığı olduğunuzun teslim edilmesi gerekir. Yoksa gene İslamcı yazarların öne sürdüğü gibi "eşit olmayana eşit davranmak adaletsizlik" sayılır. Sonuç olarak toplumsal kabuller ve olması beklenen ve istenen, kadınların kamusal birey yurttaşlar olmaktan çıkarak otoriter bir yönetimin istediği biçimde hem itaat eden hem de itaatkâr nesiller yetiştiren ve ancak bunun karşılığında korunmayı "hak eden" annelere dönüşmeleridir.  Dolayısıyla kadını, bilgisiz ve eğitimsiz bırakan toplumlar, bunun sonucu olarak da kadının zayıf ve geri kalmış olmasını kendi kabahatleri olarak görmekten kaçınır ve kabahati kadının yaratılışında bulurlar. Kadınlar kendi kimliklerini özgürce tanımlamak ve toplumda özerk bireyler haline gelmek için  "lanetli Havva'' ya da "fitne yaratan kadın" imgelerinden kurtulmalıdırlar ve bu ancak bağnaz düşünce karşısında mücadele etmek ile mümkün olacaktır.


*UMUT ÖK


Bu konuyla ilgili daha geniş tartışmalar için bakınız:


Arsel, İ. (2019). Şeriat ve Kadın, İstanbul: Kaynak Yayınları.


Belek, İ. (2016). Din Toplum ve İktidar: İmanın Siyasi Ontolojisi, Ankara: İmge Kitabevi.


Berktay, F. (2016). Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, İstanbul: Metis Yayınları.


Bilim ve Ütopya Dergisi Sayı:19 (Ocak 1996) İslam’da ve Osmanlıda Kölelik-Cariyelik.


Güneş, F. (2017). “Feminist Kuramda Ataerki Tartışmaları Üzerine Eleştirel Bir İnceleme”. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 27(2), 245-256. https://doi.org/10.18069/firatsbed.346526. https://dergipark.org.tr/tr/pub/firatsbed/issue/31618/346526 (Erişim tarihi ve saati: 14.01.2024/ 19:10)


İlkkaracan, P. (2015). Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik, İstanbul: İletişim Yayınları.

Sabbah, F. A. (1995). İslam’ın Bilinçaltında Kadın, çev. A. Sönmezay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.


Şenel, A. (2021). Kenttarnıcılıktan Tektanrıcılığa: Dinsel İdeoloji ve Gönüllü Kulluk, Ankara: İmge Kitabevi.


*Biyolog.

 Fatma Mernissi (1940, Fez - 30 Kasım 2015, Rabat), Faslı feminist yazar. Takma adı: Fatma Aït Sabah. Bu konu Mernissi’nin “İslam’ın Bilinçaltında Kadın” adlı eserinden yararlanılmıştır.

[3] Konuyla ilgili olarak ayrıca bknz: Berktay, F. (2021). “Kuran’ın Farklılığı: Âdem ile Hava’nın Ortak Sorumluluğu”, (içinde) Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, İstanbul: Metis Yayınları.

[4] Kasım Amin araştırmasına, bu tip toplumlarda, kimin neden korktuğunu sorarak başlar. Kadınların tecrit edilmekten pek hoşlanmadıklarını, bu kurala mecbur oldukları için uyduklarını gözlemleyerek, korkulan şeyin fitne olduğu sonucuna varır. (Fitne, Arapça'da, ayrıca güzel kadın anlamına geliyor; erkeklerin nefsine hâkim olamamasına neden olan femme fatal anlamında güzel kadın. Kasım Amin'in kullandığı anlamda fitne, kadınların yarattığı cinsel düzensizliğin sonucu olan kaos şeklinde tercüme edilebilir. İlgili tartışma için: Mernissi, F. (1015). “İslam’da Aktif Kadın Cinselliği Anlayışı”, (içinde) Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik, İstanbul: İletişim Yayınları. (s.33-53).)

[5] Konu ile ilgili ayrıca bknz: Bursalı, M. N. (2019). Peygamberler Güzeli Hazret-i Yusuf ve Züleyha, İstanbul: Çelik Yayınevi.

[6] Konu ile ilgili ayrıca bknz: K. Millett, ataerkinin, erkeklerin kadınlar üzerinde egemenlik kurduğu, onları sömürdüğü, baskı altına aldığı toplumsal yapı ve pratikler bütünü olduğunu söyler. Millett, ataerkinin, erkeklerin ve kadınların doğal olarak farklı olduğu, erkeklerin daha güçlü, akılcı ve siyasal, kadınların ise daha zayıf, duygusal ve özel olduğu şeklindeki ideolojiye dayandığını ileri sürer. Millett, bu ideolojinin, kadınları ikincil, bağımlı ve pasif konuma indirgeyerek, erkeklerin kadınlar üzerindeki iktidarını meşrulaştırdığını ve sürdürdüğünü savunur. Millett, ataerkiyi, sadece bireysel erkeklerin kadınlara yaptığı şiddet, taciz veya ayrımcılık olarak değil, aynı zamanda devlet, din, kültür, eğitim, medya gibi kurumlar aracılığıyla yapılan sistematik bir baskı olarak görür. Millett, ataerkiye karşı mücadele etmenin, sadece kadınların değil, tüm ezilen ve dışlanan grupların özgürlüğü için gerekli olduğunu vurgular. Kate Millett’in “Cinsel Politika”. 

192 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page